En çok izlenen videolar
08.12.2022
“AYIN KONUĞU” programımız Ekim ayında Şehir ve Bölge Plancısı, Sosyolog Prof. Dr. İlhan Tekeli’yi konuk ettik.
Şehir Planlama, Bölge Planlama, Sosyal Sistemler, Makro Coğrafya, Belediyecilik, İktisadi Politikalar, Türkiye İktisat ve Şehir Tarihleri ile Eğitim Planlaması gibi alanlarda yayımlanmış pek çok eseri bulunan Tekeli 24 Ekim 2015 Cumartesi günü gerçekleşecek programa “Böyle bir Siyaset ve Demokrasi Anlayışının Sürdürülebilirliği Üzerine” başlıklı sunumuyla katıldı.
Video hakkında henüz açıklama girilmemiş.
Arif Keskiner
Video hakkında henüz açıklama girilmemiş.
30.11.2022
Eski Eser Yapılarda Restorasyon Uygulamaları Semineri VII
Meslektaşlarımızın, mesleki birikimlerini ve deneyimlerini paylaştığı “Cumartesi Buluşmaları – Mimarlar Deneyimlerini Paylaşıyor” başlıklı söyleşilerimiz başlıyor.
2009 yılının ocak ayından başlayarak sürdürdüğümüz programımız bu yıl ilk olarak Yılmaz Zenger’i konuk ediyor. Söyleşi, 16 Eylül günü saat 16.00’da Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde gerçekleşecek.
1933 Ankara doğumlu Yılmaz Zenger, İTÜ Mimarlık Fakültesinden 1958 yılında mezun oldu. Meslek hayatına İstanbul Nazım Plan bürosunda Kent Plancısı olarak başladı. 1961 yılında doktora için İTÜ’de asistanlık yapmaya başladı. Mimari proje yarışmalarındaki başarılarına karşın istediklerini tam olarak hayata geçiremeyince hayallerinin mesleği olan mimarlığı terk edip, mobilya tasarım ve üretimine döndü. 1964’den günümüze kadar mobilyadan mekaniğe, elektronikten banka donanımlarına kadar hemen her çeşit projeyi hayata geçirdi. Yine 1962’den günümüze çeşitli üniversitelerde ders vermeyi, konferans ve workshop’ları sürdürüyor. 1962-64 yıllarında Londra’da BBC’de, Ilfort’ta araştırmacı olarak çalıştı, 1966-69 arası, İTÜ’de Foto Film merkezini kurup başkanlığını yaptı. Mimari fotoğraf mimari sinema dersleri verdi.1985’den 1992’ye, BM bünyesinde Unicef’‘e danışmanlık yaptı ve Kanada hükümeti desteğiyle 3 belgesel hayata geçirdi. Dijital dünyaya, ses teknolojilerinden görüntü teknolojilerine, moda tasarımından film sahne dekorlarına ve malzeme biliminden üretim teknolojileri geliştirmeye kadar çok yoğun ve farklı alanlarda üretimi yaptı. Yerli ve yabancı dergilerde makaleler yayınladı. 600’ü aşkın özgün tasarımı, çeşitli resim, heykel, dekoratif obje, mücevher tasarım ve uygulaması gerçekleştirdi. Ağırlığı New York ve İstanbul’da olmak üzere 28 solo, 41 grup sergisinde heykelleri, resimleri, heykelimsi mobilyaları sergilene gelmiştir. Otellerden bankalara ve kişisel koleksiyonlara kadar büyük boyutlu heykelleri, devlet arşivinde ise 18 heykeli vardır.
Gezi’yi lekelemeye yönelik beyhude çabalarınızı reddediyoruz!
Gezi bu toprakların eşitlik, özgürlük ve adalet umududur.
Ülkemizin toplum, kent ve demokrasi tarihinin en parlak ve onurlu sayfalarından biri olan ve anayasal bir zeminde, meşru olarak gerçekleştiği daha önce verilen yargı kararlarıyla tescil edilen Gezi Direnişi, hukuka ve gerçeğe aykırı bir iddianameyle karalanmaya, temel hak talepleri suç unsuru gibi gösterilmeye, barışçıl direnişin, tarihsel ve meşru gerçekliği çarpıtılmaya ve Gezi yeniden yargılanmaya çalışılmaktadır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan ve 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından geçtiğimiz hafta kabul edilen, hiçbir somut delile dayanmayan, tamamen komplo teorilerinden ilhamla yazılmış akıldışı bir iddianameyle Gezi’nin tarihi yeniden yazılmak isteniyor.
Gezi’yi lekelemeye yönelik beyhude çabalarınızı reddediyoruz! Çünkü Gezi’yi biz yaşadık, biliyoruz! Gezi bu toprakların eşitlik, özgürlük ve adalet umududur.
Bir kez daha açıkça söyleyelim: Gezi, ülkemizin toplumsal tarihinin en parlak ve onurlu sayfasıdır. Çaresizce iddia ettiğiniz gibi içeriden veya dışarıdan bir şefi, reisi, yönlendiricisi, talimat vereni, tepe örgütü, finansörü yoktur! Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürmenize asla izin vermeyeceğiz.
2013 yılının Haziran ayından beri sistemli bir şekilde sürdürülen bu algı dayatmalarına toplum ve kamuoyu tarafından itibar edilmediği gibi, Gezi Direnişi’nin demokratik hak ve ifade özgürlüğü çerçevesinde son derece meşru ve anayasal bir zeminde gerçekleştiği daha önce verilen yargı kararlarıyla da tescil edilmiştir.
Ancak tüm bu gerçeklere rağmen, 16 kişinin ağırlaştırılmış müebbet ve bir dizi ek ceza istemiyle yargılanıyor olmaları, ülkemizde yargı erkinin siyasal iktidarın bekasını korumakla görevli bir birime dönüştüğünü gösteren son örnek olmuştur.
Çok iyi biliyoruz ki, barış talep eden akademisyenlerin terör faaliyeti kapsamında yargılanıp cezalandırılmaları; mesleki ve anayasal görevlerini icra eden avukatların seslerini kısmak için akıl almaz suçlamalarla hapsedilmeleri; gerçeğin peşine düşen gazetecilerin delilsiz, mesnetsiz iddialarla terörist ilan edilmeleri, iktidarın muhalif fikirlere ve seslere karşı düşmanlığından ve yürüttüğü yanlış politikaların toplum nezdinde yarattığı derin rahatsızlığın farkında olmasından kaynaklanmaktadır.
Tam da bu nedenledir ki, Gezi sürecine dair asıl hesap vermesi gerekenler, bu iddianamede Davacı ve Mağdur sıfatlarıyla yer almaktadırlar. Onlarca arkadaşımızın ölümüne, onlarcasının gözlerini kaybetmesine, binlercesinin yaralanmasına sebep olan akıl almaz polis şiddetinin emirlerini verenler, bu şiddeti uygulayanları koruyup kollayanlardır Gezi’nin gerçek sanıkları.
Kendi yurttaşlarının yurdun dört bir yanından barışçıl eylemlerle haykırdıkları haklı ve meşru taleplerine kulak vermek yerine; devletin adalet mekanizmasını, bu demokratik talepleri bastırmak ve toplumun bir kesiminden düşman yaratmak için kullanmak isteyenlerdir Gezi’nin gerçek sanıkları.
Evrensel hukuk normlarını tersyüz eden, asgari hukuki normları dahi gözetmeyen, “anlaşılmıştır”, “değerlendirilmiştir”, “kıymetlendirilmiştir” gibi ifadelerle hiç bir somut delil ortaya koyamayan iddianameden;
Kırılan araba camlarını bir bir sayanların, orantısız polis şiddetiyle kaybettiğimiz canlarımızı görmezden geldikleri “anlaşılmaktadır.”
Zarar gören çöp konteynerleri eksiksiz kayda geçirilirken, görevli polislerce nişan alınarak atılan gaz fişekleri yüzünden gözünü kaybeden onlarca arkadaşımızın görmezden gelindiği “anlaşılmaktadır.”
Bu iddianameyi yazanların, özel hayatların ifşasından başka hiçbir hukuki iddiaya dayanak oluşturmayan telefon tapelerini sayfalarca peş peşe dizmelerinden, hukuk dışı bazı amaçlara hizmet etmeyi amaçladıkları “anlaşılmaktadır.”
Bu iddianameyi yazanların sadece geçmişi lekelemeyi değil, ortak geleceğimizi de karartmayı hedefledikleri “anlaşılmaktadır.”
Asıl üzücü olan ise, içerdiği tamamen dayanaksız, hayal ürünü iddialarla tam bir hukuk garabeti olan bu sözde iddianamenin, toplum nezdinde zaten güvenilirliğini kaybetmiş olan adalet mekanizmasının itibarını bir kere daha yerle bir etmesi.
Arıcılık haritasından ülkeyi bölme planları çıkartan; parkta toplanan gençlere poğaça, sandviç gönderilmesinden finansörlük icat eden; Antalya’ya tatile gelen turistlerden dış güçler yaratan; Gezi Parkı’nda görevli polislere çiçek vermeyi hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs olarak yorumlayan bu iddianame, şüpheli olarak hedef aldığı kişilerin özgürlüğünü tutuklayarak rehin almış ve ağırlaştırılmış müebbetle tehdit ediyor olmasaydı, komik olarak nitelenebilirdi. Ancak tüm ciddiyetiyle bu iddialara gereken cevabı vermek tarihi bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Unutmayalım ki burada yargılanmak istenen bu 16 kişi şahsında, ülkemizin 80 kentinde Gezi’ye katılarak anayasal haklarını kullanan, demokrasiye güç vermiş milyonlarca yurttaşımızdır.
Bu anlamda, siyasi iktidarı desteklemek için kendi yarattıkları yalan dünyasında her türlü akıl dışı habere, iftira ve karalama gayretine girişenlere karşı, tüm yurttaşlarımızı bu 657 sayfalık iddianameyi bizzat okumaya davet ediyoruz.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi bu iddianameyi 4 Mart 2019’da kabul etmiş, ilk duruşma için de 24-25 Haziran 2019 tarihlerini göstermiştir. Bu akıl ve hukuk dışı iddianame derhal geri çekilmeli, iddianamede görüldüğü üzere somut hiçbir delil olmadığı halde kurgu ithamlarla tutuklu yargılanan Mehmet Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu derhal serbest bırakılmalıdır.
Biz Taksim Dayanışması olarak; 2012 yılının Şubat ayında ilk toplantımızı yaptığımız andaki taleplerimizin de, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesildiği ve çadırlarımızın yakıldığı günlerdeki tepkimizin de, gencecik çocuklarımıza kıyan polis şiddetinden hesap soran tutumumuzun da, parklarda, meydanlarda, sokaklarda özgürlük,demokrasi ve insanca yaşam için direnen milyonların taleplerinin de kararlılıkla arkasında durmaya devam edeceğiz.
Polisiyle, yargısıyla, medyasıyla hakikati baskılayıp tarihi yeniden yazmaya çalışanlara inat, gerçekleri haykırmaya devam edeceğiz. Çünkü biliyoruz ki, bu ülkeye bir gün demokrasi gelecekse, gücünü Gezi’nin eşitlikçi, özgürlükçü ve barışçıl birlikteliğinden alacaktır. Milyonları da yargılasanız, bu gerçeği yok edemeyeceksiniz.
Gezi Direnişi’ni suçla, terörle, darbeyle, kalkışmayla anılan bir eyleme dönüştürmenize asla izin vermeyeceğiz.
TAKSİM DAYANIŞMASI
Mimar, yazar Simlâ Sunay ve sosyoloji doktora öğrencisi Özlem Türkdoğan, Mekânda Adalet Derneği araştırma bursuyla yaptıkları “Camilerin Toplumsal Cinsiyet ve Mekân Odaklı İncelenmesi; İstanbul Örneği” başlıklı araştırma sonuçlarını sunacaklar.
“Mekânın tahsis edilmesi ve kullanılması politik eylemlerdir. Sahip olduğumuz/olmadığımız/engellendiğimiz mekânlar bizi güçlendirebilir veya güçsüzleştirebilir. Mekânlar geliştirebilir veya kısıtlayabilir, besleyebilir ve yoksullaştırılabilir. Tüm kadınların temel ihtiyaçlarını destekleyecek mimari düzenlemeler için hak talep etmeliyiz.”Leslie Kanes Weisman
2000’lerden sonra artan bir şekilde camilerde kadınlara sadece cinsiyetlerinden ötürü dar, küçük, karanlık, mihrabı ve imamı görmeyen, paravanlarla, paravan üstü perdelerle ya da sadece perdelerle kapatılmış arka ve yan sahınlarda, merdivenli dolaşımın şart olduğu asma katlarda veya rutubetli bodrum katlarda konumlanan “ara” mekânlar “verilmektedir”. Cuma vakti kadın mahfilleri erkeklere ayrılmaktadır. Bu araştırma; toplumsal cinsiyet ve mekân odağında camileri ele alırken kadınların camilerde uğradığı ayrımcılığa dikkat çekmeyi umarak, mekânı ortaya çıkaran gücün toplumsal yapıların sonucu olduğunu belirtmeyi, mekânda ortaya çıkan ayrımcılığın nedenlerini, mekândan topluma etkilerini araştırmayı; toplumsal cinsiyet rolleri eksenindeki ayrımcılık biçimlerine sahadan bakmayı ve aşina olunan mekânsal ayrımı bilinen kılmayı amaçlamaktadır. Bu ayrımcılık insan haklarını, inanç özgürlüğünü, kadın haklarını, eşit kamusal mekân ve eşit kamu ekonomisi hakkını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla mekânsal eşitlik ve adalet kavramı ile doğrudan ilişkilenmektedir. Makalede aynı zamanda camide ortaya çıkan kadınlık ve erkeklik durumlarını anlamaya çalışmak, kadınların mekân kullanım deneyimlerini, mekânın ürettiği ilişki biçimleri üzerinden tespit ve analiz etmek, feminist ideolojinin kadının kamusal alana çıkış mücadelesine camilerdeki eşitlik arayışını da eklemenin önemine dikkat çekmek istenmektedir. Sosyoloji ve mimarlık disiplininde, nitel bir saha araştırmasına dayanarak İstanbul’da on camide saha çalışması yürütülmüştür. Kadınların mahalle camilerindense daha çok merkezi ve tarihi camileri tercih ettiği bilindiğinden on camiden altısı bu özelliktedir. Camilerde katılımcı gözlem yapılmış, etnografik gözlem notları tutulmuş, proje gözlem formu hazırlanmıştır. Camide bulunan kadın ve erkek kullanıcılarla, din görevlileriyle, güvenlik ve temizlik görevlileriyle; kadın mahfilleri, kadınların camileri kullanımı, mekânsal sorunlarına dair görüşülmüştür. Camilerde karşılaşılmış kişilerle derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Kuramsal ve tarihsel çerçeve bağlamında alanında uzman mimar, restoratör mimar, sanat ve mimarlık tarihçileriyle kaynak görüşmeci olarak temas kurulmuştur. Araştırmanın sınırlılığını cami ana mekânı(harim), son cemaat yeri ve avlu oluşturmaktadır. Camiler arasında kadın kullanımı ve mekân ilişkisi tutarlılık göstermez, camiler mekânsal olarak mutlak değildir. Makale buradan hareketle, camilerin çelişkili mekânlar olduğu iddiasını, kadınların güncel direncini de dâhil ederek tartışmaya açar.
Mimarlığın E-Hali