En yeni videolar
Cumhuriyetin simgesel değerlerinden, modern mimarlık ve kültür varlıklarımızın en önemli yapıtlarından Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılarak yerine yapılacak yeni proje, 6 Kasımda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Sütlüce Kongre Merkezi’nde düzenlediği toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bizzat açıklanmıştır.
Koruma ve imar mevzuatına aykırı olarak, hiçbir hukuki belgeye dayanmayan ve yine alışılagelen yöntemle hazırlık sürecinde toplumdan gizlenen projenin tanıtımı, kültürel mirasın korunması ve mimari tasarım kültüründen yoksun bir siyasal anlayış doğrultusunda adeta bir gösteriye dönüştürülmüştür. Toplantıda AKM’nin yıkımını meşrulaştırma ve bugüne kadar işlenen suçları örtme telaşı içerisinde kimi gerçek dışı bilgi ve iftiraların yanı sıra bazı itirafların yine bizzat cumhurbaşkanı tarafından dile getirilmesine üzülerek tanık olduk.
Öncelikle insanlarımızın emeği ve alın teri ile ülkemize kazandırılan kültür varlıklarını ve doğanın bize sunduğu güzellikleri korumak, yaşatmak ve geleceğe taşımak için demokratik ve barışçıl yöntemlerle çaba gösteren kuruluşların, kültür-sanat çevreleri ile duyarlı yurttaşların “terörist” olarak suçlanmasını bu ülkenin birikimine, kültürel ve insani değerlerine yakışmayan bir açıklama olarak değerlendirmekteyiz.
Erdoğan konuşmasında cumhuriyetin simgelerinden biri olan AKM’yi yıkmak ve yerine “kendi döneminin simgesi” bir yapı yapmak istediğini açıkça belirtmektedir. Daha önce depreme karşı güvenli hale getirilerek restore edilmesi konusunda hazırlanan proje, ihalesi yapılıp uygulanmaya başlanmışken, hukuki ve bilimsel dayanağı olmayan, ideolojik bir tavır içerisinde verilen talimatla durdurulmuş, böylece kamu kaynağı israf edilmiş ve ne yazık ki anıtsal yapı yıkıma terk edilmiştir.
Tarihi eserin korunması gerekirken sunulan yeni projenin AKM ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır. 1. grup tescilli bir yapının yıkılarak yerine aslından oldukça uzak bir projeyi uygulamak koruma ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Söz konusu projenin AKM’nin proje müellifi olan Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu tarafından hazırlanmış olması AKM’nin korunduğu anlamına gelmediği gibi eser olan yapıya bizzat oğlu tarafından “ihanet” edilmesi mesleki anlamda ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husustur.
Bu kapsamda tekrar hatırlatmak isteriz:
Cumhuriyet döneminin en önemli kültür varlıklarından biri olan Atatürk Kültür Merkezi, “1. grup anıtsal yapı” olarak tescilli bir yapı olduğu gibi, Türkiye’nin opera binası olarak tasarlanarak öz kaynaklarımızla gerçekleştirilmiş ilk ve tek yapısıdır. Aynı zamanda kentsel ve tarihi sit alanı olan Taksim Meydanının bütünleyici ve tanımlayıcı yapısal bir öğesidir.
Taşıdığı kültürel, tarihi, yapısal ve mimari değerleri ile de başta Anayasa ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu olmak üzere koruma hukuku ve Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerle varlığı güvence altına alınmıştır.
Bütün bunlara ilaveten 16 Aralık 2010 tarihinde AKM’nin korunması yargı güvencesine kavuşmuş, yargı kararı ve koruma hukuku gereği AKM’nin depreme karşı güvenli hale getirilerek aslına uygun olarak restore edilmesi konusunda hazırlanan proje, Koruma Kurulu tarafından onaylanarak Ocak 2010’da Beyoğlu Belediyesince ruhsata bağlanmıştır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kamusal sorumlulukları doğrultusunda AKM’nin aslına uygun restorasyon işlerini tamamlamak ve binanın bir an önce yeniden hizmete açılmasını sağlamakla yükümlü oldukları halde 8 yılı aşkın bir süredir AKM’yi yıkıma terk etmek, polis karakolu olarak kullanmak gibi eylemler ile anayasal sorumluluklarını yerine getirmekten imtina etmek suretiyle suç işlemişlerdir.
Bu konuda yıllardır kamu idareleri nezdinde yaptığımız uyarılar ve cumhuriyet savcılıklarına yaptığımız suç duyuruları işleme konulmayarak hukuk ve yargı kararları yok sayılmıştır. AKM önce bilerek ve isteyerek yıkıma terk edilmiş, şimdi ise bu suçu işleyenler yıkımı gerçekleştirmek ve yerine başka bir yapı yapmak için kendilerinin yol açtıkları bu durumu kullanma gayreti içine girmişlerdir.
Mimarlar Odası olarak, AKM’yi koruyan bir restorasyonun tamamlanarak toplumumuzun yeniden kültür ve sanatla buluşması amacıyla, koruma hukukuna aykırı bir biçimde ve oldubitti anlayışıyla gerçekleştirilmek istenen işlemlerin durdurulması için hukuki girişimlerde bulunacağımızı önemle vurguluyoruz.
Yine ve yeniden uyarıyoruz:
Yıllardır dünyanın gözü önünde tarihe, kültüre, sanata, topluma ve hukuka karşı taammüden suç işlenmektedir!
Derhal onaylı restorasyon projesi uygulamaya sokularak bu kültür ve tarih yıkımına son verilmeli, Atatürk Kültür Merkezi özgün yapısı, kullanımı ve çevresiyle toplumun hizmetine sunulmalıdır.
AKM’yi yıkıma terk etmek de yıkmak da suçtur!
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
The award-winning films will be released at a ceremony on October 28, 2017
Artvin Cerattepe’de yapılmak istenen madencilik faaliyeti, yöre halkı ve bilim insanları tarafından büyük bir doğa katliamı olarak addedilerek kitlesel protestolara yol açmıştır.Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından Mimarlık ve Kent Şenliği XIII kapsamında düzenlenen söyleşide; Cerattepe’de yaşanan süreç aktarıldı, konuyu hukuki ve ekolojik yönden değerlendirmek üzere Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu ve Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı ve bizlerle birlikte oldu.
2. Gün
1. Gün
Meslektaşlarımızın, mesleki birikimlerini ve deneyimlerini paylaştığı “Cumartesi Buluşmaları – Mimarlar Deneyimlerini Paylaşıyor” başlıklı söyleşilerimiz başlıyor.
2009 yılının ocak ayından başlayarak sürdürdüğümüz programımız bu yıl ilk olarak Yılmaz Zenger’i konuk ediyor. Söyleşi, 16 Eylül günü saat 16.00’da Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde gerçekleşecek.
1933 Ankara doğumlu Yılmaz Zenger, İTÜ Mimarlık Fakültesinden 1958 yılında mezun oldu. Meslek hayatına İstanbul Nazım Plan bürosunda Kent Plancısı olarak başladı. 1961 yılında doktora için İTÜ’de asistanlık yapmaya başladı. Mimari proje yarışmalarındaki başarılarına karşın istediklerini tam olarak hayata geçiremeyince hayallerinin mesleği olan mimarlığı terk edip, mobilya tasarım ve üretimine döndü. 1964’den günümüze kadar mobilyadan mekaniğe, elektronikten banka donanımlarına kadar hemen her çeşit projeyi hayata geçirdi. Yine 1962’den günümüze çeşitli üniversitelerde ders vermeyi, konferans ve workshop’ları sürdürüyor. 1962-64 yıllarında Londra’da BBC’de, Ilfort’ta araştırmacı olarak çalıştı, 1966-69 arası, İTÜ’de Foto Film merkezini kurup başkanlığını yaptı. Mimari fotoğraf mimari sinema dersleri verdi.1985’den 1992’ye, BM bünyesinde Unicef’‘e danışmanlık yaptı ve Kanada hükümeti desteğiyle 3 belgesel hayata geçirdi. Dijital dünyaya, ses teknolojilerinden görüntü teknolojilerine, moda tasarımından film sahne dekorlarına ve malzeme biliminden üretim teknolojileri geliştirmeye kadar çok yoğun ve farklı alanlarda üretimi yaptı. Yerli ve yabancı dergilerde makaleler yayınladı. 600’ü aşkın özgün tasarımı, çeşitli resim, heykel, dekoratif obje, mücevher tasarım ve uygulaması gerçekleştirdi. Ağırlığı New York ve İstanbul’da olmak üzere 28 solo, 41 grup sergisinde heykelleri, resimleri, heykelimsi mobilyaları sergilene gelmiştir. Otellerden bankalara ve kişisel koleksiyonlara kadar büyük boyutlu heykelleri, devlet arşivinde ise 18 heykeli vardır.
TMMOB Mimarlar Odası 19 Ağustos 2017 tarihinde Trabzon’da; tehdit altındaki doğal sit alanlarına kamuoyunun dikkatini çekmek; uzmanlar ve yerel çevre kuruluşları ile birlikte süreci değerlendirmek üzere “Kıyı Bölgelerinde Mimarlık: Karadeniz’in Doğa ve Kültür Değerleri Risk Altında” panelini düzenledi.
Video hakkında henüz açıklama girilmemiş.
10 Haziran 2017, Cumartesi günü Saat: 17.30’da TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Konferans Salonunda gerçekleştirilen etkinlikte, tarihsel kapitalizmin işleyişi içinde, inşaat sektörünün ve gayrimenkul piyasasının yapısal işlevleri ve bu liman bölgelerinin çerçevede son dönemde oynadığı kritik rol çeşitli kentlerden örneklerle, karşılaştırmalı olarak anlatılıp, İstanbul limanlarının bu global manzara içindeki yeri tartışıldı.
Tam 4 yıl oldu…
4 yıl önce bugünlerde Taksim Meydanı ve Gezi Parkı başta olmak üzere, yaşam alanlarımıza amansız ve hukuksuz bir şiddetle saldıranların karşısında omuz omuza verdik.
Gençlerimizin yaratıcı zekâsıyla, annelerimizin kucaklayan şefkatiyle, işçi kardeşlerimizin emekten gelen gücüyle, kadınlarımızın gür sesiyle, LGBTİ bireylerimizin biz de varız çığlığıyla el ele verip dayanışmamızı ve direnişimizi büyüttük. Bu onurlu direniş ve evrensel dayanışma karşısında çaresizlerin ve korkakların günden güne daha da kirlenen politikalarına, günden güne tırmandırılan şiddetine, adaletsizliğine karşı biz Gezi’nin çapulcuları onlarca ayrı dille, sesle, renkle bir arada durduk, nefes aldık.
Dünyaya örnek olan, umut veren; muktedirlerin ise bir hayalet gibi korktukları, dillerinden düşürmedikleri Gezi direnişimiz 4 yaşında.
Korkmakta haklılar, gördüler ki; biz bir araya geldiğimizde biz birbirimizi çok seviyoruz.
Gördüler ki; biz bir araya geldiğimizde karanlığa dur diyebiliyoruz.
Gördüler ki; plastik mermiler, biber gazları, gözaltılar, tutuklamalar bizi korkutamıyor.
Gördüler ki; biz parkımız, geleceğimiz, çocuklarımız, ailelerimiz için tüm renklerimizle direniyoruz.
Gördüler ki; biz bir araya geldiğimizde düşlediğimiz hayatı kuruyoruz.
ve gördüler ki, Gezi’den bugüne 4 yıldır biz karanlığa, şiddete, haksızlığa HAYIR demeye devam ediyoruz.
4 yıldır her geçen gün etrafımızı daha fazla saran karanlığın farkındayız.
Ne Anayasa’nın ne uluslararası sözleşmelerin, ne de AİHM kriterlerinin dikkate alındığı, hukuksuzluk ve keyfiliğin kutsandığı bir siyasal iklimde yaşıyoruz. Bu keyfiliği biz GEZİ sürecinden iyi tanıyoruz. İktidar sahiplerinden güç alan, hukuk ve kural tanımaz polis şiddetinin yaşamlarımızı nasıl kararttığını unutmuş değiliz.
Onlarca arkadaşımızın gözlerini kaybetmesinin, binlercesinin yaralanmasının, bunun ardından faillerin ve azmettiricilerin cezasız bırakılmasının böylesi bir kural tanımazlıktan beslendiğine şahit olanlarız.
Ethem Sarısülük ile Medeni Yıldırım’ı öldüren polis ve jandarma kurşunlarının, Ali İsmail’e yönelen ölümcül tekmelerin sahiplerinin, Abdullah Cömert’i, Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı yaşamdan koparan biber gazı fişeklerinin, Hasan Ferit’i vuran mafya bozuntularının ve Mehmet Ayvalıtaş’ı bizden alan pervasızlığın bu hukuksuzluktan güç aldığını bilenleriz.
Özgürlükten, demokrasiden, barıştan ve doğadan olan herkesin açlıkla, ölümle ve hapisle sınandığını, hırsızlığın, yolsuzluğun, katliamların, taciz ve tecavüzlerin cezasızlıkla ödüllendirildiğini; bir insanı katletmenin bedelinin mahkeme masraflarından daha az olduğunu; 80 gündür çocuğunun kemiklerini alabilmek için açlık grevi yapan babaya oğlunun kemiklerinin kargoyla gönderildiğini görenleriz.
Herkesin susmasını, herkesin biat etmesini, herkesin el pençe divan durmasını isteyenlerin haklarını talep edenler karşısında hukuksuzluğa, adaletsizliğe, vicdansızlığa nasıl sarıldıklarını; parlamentonun işlevsizleştirilmesi için milletvekillerinin tutuklanmasına, şiddete nasıl ihtiyaç duyduklarını yaşayarak öğrenenleriz.
Baştan sona adaletsiz ve eşitsiz bir ortamda gerçekleştirilen Anayasa referandumunun bile nasıl oy hırsızlığı ile maniple edildiğini hep birlikte yaşadık. Demokrasi isteyenlerin oylarının nasıl gasp edilmeye çalışıldığını hep birlikte gördük.
Gezi’de barıştan, özgürlükten, doğadan eşitlik ve dayanışmadan yana kurduğumuz hayatın peşinde olanların KHK’larla, ihraçlarla, açlıkla, tutuklamalarla sınandığı bu karanlıkta, dayanışmamızdan ve birbirimizden vazgeçmiyoruz. OHAL adı altında yerleştirilen bu karanlığa, haksızlığa, talana, şiddete, cezasızlığa Gezi’den aldığımız güç ve kazanımlar ışığında hayır diyoruz.
Bilinsin ki; Gezi direnişi bu toplumun tarihinde bir onur sayfası olarak yerini almıştır. Dünyaya örnek olan Gezi direnişi, en temel hak taleplerinin hukuksuzca cezalandırılmaya çalışıldığı davalarda suç unsuru olarak gösterilip kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Bunu reddediyor, kendi hukuksuz ve onursuzluklarının yarattığı korku ve kâbusları nedeniyle bu sayfanın karalanmasına izin vermiyoruz.
4 yıl önce bir parkta birlikteliğimizden yarattığımız gücümüzle tekrarlıyoruz; Başta Taksim Meydanı ve Gezi Parkı olmak üzere yaşam alanlarımızın, ormanlarımızın, parklarımızın, meydanlarımızın, kentlerimizin, insan hakları anıtımızın dahi abluka altına alınmasını ve yok edilmesini, ülkemizin bir cezaevine dönüştürülmesini hiçbir zaman kabul etmiyoruz, kabul etmeyeceğiz.
Taleplerimizin arkasındayız!
Bir aradayız, Susmuyoruz!
Hayır Bitmedi, Mücadeleye devam diyoruz!
TAKSİM DAYANIŞMASI
Berlin Mimarlar Odası ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin birlikte düzenlediği “Berlin’de Konut Yapımı. Kim Kimin İçin İnşaat Yapıyor?” başlıklı serginin açılış töreni Karaköy Binası’nda yapıldı.
23 proje ile Berlin’deki konut mimarisi hakkında çok yönlü ve yaratıcı çözümlerin gösterildiği serginin açılış konuşmasını Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı C. Sami Yılmaztürk yaptı.
Yılmaztürk’ün ardından Berlin Mimarlar Odası Başkanı Christine Edmaier söz aldı.
Sergiyi takiben 13 Mayıs Cumartesi günü 14.00’da; Olaf Bartels/mimari yazar, Hülya Ertaş/mimar-yazar, Prof. Dr. Deniz İncedayı/ Mimarlar Odası MYK Üyesi, UIA 2. Bölge Başkanı ve Öğr. Gör. Dr. İnci Olgun’un /Mimar, MSGSÜ konuşmacı olarak katılacağı bir sempozyum düzenlendi. Türkiyeli ve Alman meslektaşlar arasında fikir alışverişinin sağlanacağı sempozyum mimarist.tv’den canlı yayınlandı. Etkinliğin kaydını mimarist.tv’den izlemek mümkün.
Sergi 3 Haziran 2017 tarihine dek Mimarlar Odası Karaköy Binası’nda görülebilir.
Berlin Mimarlar Odası ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin birlikte düzenlediği “Berlin’de Konut Yapımı. Kim Kimin İçin İnşaat Yapıyor?” başlıklı serginin açılış töreni Karaköy Binası’nda yapıldı.
23 proje ile Berlin’deki konut mimarisi hakkında çok yönlü ve yaratıcı çözümlerin gösterildiği serginin açılış konuşmasını Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı C. Sami Yılmaztürk yaptı.
Yılmaztürk’ün ardından Berlin Mimarlar Odası Başkanı Christine Edmaier söz aldı.
Sergiyi takiben 13 Mayıs Cumartesi günü 14.00’da; Olaf Bartels/mimari yazar, Hülya Ertaş/mimar-yazar, Prof. Dr. Deniz İncedayı/ Mimarlar Odası MYK Üyesi, UIA 2. Bölge Başkanı ve Öğr. Gör. Dr. İnci Olgun’un /Mimar, MSGSÜ konuşmacı olarak katılacağı bir sempozyum düzenlendi. Türkiyeli ve Alman meslektaşlar arasında fikir alışverişinin sağlanacağı sempozyum mimarist.tv’den canlı yayınlandı. Etkinliğin kaydını mimarist.tv’den izlemek mümkün.
Sergi 3 Haziran 2017 tarihine dek Mimarlar Odası Karaköy Binası’nda görülebilir.